Dünün Gözcüleri Bugünün Kültürel Mirasları 'KALELER'

SAVTÜRK Dergi'si Ocak-Şubat 2021 sayısında yayınlanmıştır.

04 Nisan 2021

Dünün Gözcüleri Bugünün Kültürel Mirasları 'KALELER'

 

SAVTÜRK Dergi'si Ocak-Şubat 2021 sayısında yayınlanmıştır.

Dünün Gözcüleri Bugünün Kültürel Mirasları 'KALELER'

Bugün heybetli görüntüleri, manzaraya hakim konumları ile kültürel ve tarihsel bir değer olarak lanse ettiğimiz ve varoluş sebebini görmezden geldiğimiz kaleler, dünya savaş tarihinin en canlı tanıkları.

Bugün tarihsel ve kültürel mirasın en önemli eserleri arasında yer alan; kültürel ve sanatsal birçok etkinliğe ev sahipliği yapan; dünün yaşanmışlığını, rekabetini, mücadelelerini yorgunlukları ve yıpranmışlıkları üzerinden aktaran kaleler, savaş zamanında güven, barış zamanlarında ise statü sembolleriydiler. Bugün insanda dramatik ve romantik duygular uyandıran, fotoğraf arşivlerinin en değerli ve başarılı karelerini oluşturan kaleler, bir zamanlar güç ve adaletin koltukları konumundaydılar. Günümüzde pek çoğu, yaşanmışlıkları ve tanık olduklarıyla UNESCO Dünya Mirası Listelerinin kapısında korunma altına alınmayı beklerken, eskiden düşmanı bekleyen ve geçit vermemeye yeminli askerlerdi.

Bugün tarihsel ve milli sahipleniciliğin bir parçası olarak eski görkemlerinden kısmen uzak şekilde varlıklarını devam ettiren kaleler, tarih boyunca sınır savunmalarının önemli bir unsuru oldu. Orduların hücum harekâtı için malzeme deposu oldu, destek birlilerinin garnizonu olarak kullanıldı. Kaleler, askerlerin ve devletin sınır güvenliğinden sorumlu olmanın yanında, civardaki yerleşim yerlerinin de muhafızlarıydılar. Bulunduğu bölge için kritik bir askeri üs görevi gören kalelerin ele geçirilmesi demek, şehrin ele alınması anlamına geliyordu; hatta “son kale düştüğünde” savaş da bitiyordu.

KALELER FARKLI ANLAMLAR DA ÜSTLENDİ

Modern anlamdaki kalelerin tarihi Roma Lejyonu kamplarına (9. yüzyıla) kadar uzanıyor. Antik Roma temelleri üzerinde hafriyat ve keresteden yapılan kaleler, sonraki üç yüzyılda heybetli taş duvarlara dönüştü. 13. yüzyılda, yüksek korkuluklara, siperliklere ve atış için dar açıklıklara sahip olan bu taş kuleler; Avrupa’nın, Osmanlı’nın ve dünyanın başka yerlerinde yükselmeye başladı. Bugün İspanya’nın Peñaranda de Duero kentinde bulunan kale, bir Orta Çağ kalesini en güzel şekilde tasvir eden yapılardan biri.

Kalelerin yükseldiği yerler, halkların ve yöredeki insanların kendilerini güvence altına almasının da bir yolu oldu. İnsanlar, bu askeri tesislerin etrafına yerleşim yerleri inşa etti. Bu sebeple kaleler, kendi dönemlerinin önemli birer siyasi merkezi haline geldi.

Ancak kaleler, sadece koruyucu birer yapı olarak var olmadılar sadece. Avrupa, Rönesans dönemine girerken, pek çok alandaki atılımlardan kaleler de nasibini aldı ve rolünü genişletti. Askeri amaçla kullanılan kalelerin yanında müstahkem saraylar, konaklar veya malikaneler de kale olarak işlev görmeye başladı. Hatta İskoçlar gibi kızgın göçmenlerden İrlandalıları korumak için güçlendirilen büyük evler de kale oldu. Osmanlı döneminde de kale görünümüne sahip olan “ribat” isimli yapılar, savunma amacının dışında kervansaray, medrese hizmeti için kullanıldı. Ayrıca hiçbir şekilde askeri ya da savunma amaçlı olarak yapılmayan fakat kale olarak tanımlanan yapılar da bulunuyor ülkemizde. Büyük bir saray kompleksi olduğu bilinen -Silifke ile Mersin arasındaki- Akkale, Kırşehir yakınlarındaki Yarımkale, tamamıyla Avrupa şatolarının bir benzeri olarak inşa edilmiş. Yine Van’daki Hoşap Kalesi de bu müstahkem yapılardan bir örnek. Doğubayazıt’taki İshak Paşa Sarayı da saray, hisar ve kale karışımı bir derebeyi evi. Türk mimari sanatında tahkim edilmiş bazı ev ve ayan konakları da bazen kale olarak çağrılıyor.

Amerika’da ise zengin iş adamları tarafından inşa edilmiş yüzlerce modern şato olduğu söyleniyor. Amerika’nın Yaldızlı Çağı’nda (19. yüzyılın sonlarından 1900’lerin başına kadar

olan dönem) inşa edilen bazı evlerin, düşmanları dışarıda tutmak için tasarlanmış müstahkem konutlar olduğu düşünülüyor. Diğer yandan kale ve müstahkem ev fantezisi, Amerikan kültürünün önemli bir parçasını temsil ediyor. Her ne kadar bu mimari anlayış İngiltere, İspanya, İrlanda, Almanya, Fransa ve İtalya üzerinden “Yeni Dünya”ya ulaşmış ve batı mimarisi temelleri üzerine şekillenmiş olsa da Amerika’nın bu anlayışa kattığı romantizm batıda yok. Walt Disney’in Almanya’daki Neuschwanstein Kalesi’nden esinlenen kalesini tema parklarının kalbine yerleştirmesi, bu romantizme en güzel örnek olarak gösterilir.

STRATEJİK DEĞERDEN KÜLTÜREL GEÇİŞE

Kalelerin eski dönemlerdeki stratejik değerinin varlığını Türkiye içinde konumlanan yüzlerce kaleden de anlamak mümkün. Türkleşen Anadolu ve ardından gelen Osmanlı’nın yayılışı, beraberinde birçok kalenin yükselmesini ve stratejik konumdaki pek çok kalenin de güçlendirilmesini sağladı. Anadolu’da varlık gösteren beylikler, Selçuklu Devleti, sahip oldukları şehirlerin, kasabaların etrafını surlarla veya inşa ettikleri kalelerle koruma altına aldı. Önemli yolların kontrol altına alınması için sarp tepelerde tek burçlu kaleler inşa edildi. Mersin sınırları içinde yer alan Mavga Kalesi, ovaya hakim ve tırmanılması güç konumu ile bu küçük kalelere güzel bir örnek.

Osmanlı döneminde daha fazla eski kale güçlendirildi; yenileri yapıldı. Bunun temel nedeni ise Osmanlı’nın hızla genişleyen sınırları oldu. Osmanlı tarihinde kalelerle beraber palankalar da dikkat çekiyor. Sınır boylarında ana kalenin uzantısı olarak inşa edilen bu eklenti kaleler, ağaç kütüklerinden koruyucu çitlerle çevrili basit savunma yapılarını ifade ediyor. Ufak bir garnizonu andıran bu kaleler aslında Roma döneminde ve Amerika’da da çokça kullanıldı. Amerikan orduları özellikle Kızılderili saldırılarından korunmak amacıyla palankaları kullandı. Roma döneminde ise palanka olarak tahkim edilmiş evler kullanıldı. Fırat kıyısındaki Dura-Europos kentinde (Salihiye Köyü), doğudan gelen Sasani saldırılarını durdurabilmek için evlerin için toprak doldurularak kale haline getirilmiş.

Osmanlı’nın üç kıtaya yayılan hakimiyeti, bugün Türkiye sınırları dışında kalan birçok Osmanlı kalesinin varlığına sebep oldu. Bunlar içinde Halep, Şam, Ohri, Belgrad gibi Osmanlı döneminde yapılan değişiklikler ve güçlendirmelerle hayatına devam edenler olduğu gibi Atina’nın ilk çağdan kalan en önemli kentlerinden Akropolis gibi kaleye dönüştürülmüş olanları da var. Özellikle Orta Çağ’dan itibaren kale ve savunma kelimelerinin çok önemli gerçeklikleri barındırması, savaşların sürekli olması ve savaşların yarattığı yıkımların yüksek maliyetli olması, devletlerin yeni kaleler yapmaktan çok var olanı yenileme ve eklerle güçlendirme girişimlerini ortaya koydu. Mora Yarımadası’nın kalelerinin pek çoğunun kökleri Bizans dönemine kadar inse de Venedikliler ve onlardan alan Osmanlılar tarafından ekler ve değişikliklerle kuvvetlendirildiler. Yarımadadaki Koron, Modon, Benefşe (Monemvasia), Anabolu (Nauplia) kaleleri buna örnek gösterilebilir. Bu kalelerin bir kısmının en ilgi çekici özelliği, önlerinde limanı koruyan ve deniz içindeki bir kaya parçası üzerine inşa edilen çok kuvvetli tek kuleden ibaret bir burca sahip olmasıdır. Liman girişlerini korumak için konulan bu burçlardan biri yakın bir tarihe kadar Antalya Hisarı önünde de vardı.

Osmanlı’nın ayak izlerini bugün Semendire (Yugoslavya), Budin, Estergon (Macaristan), Kamaniçe (Ukrayna) gibi uzak serhad kalelerinde görmek hâlâ mümkün. Ukrayna’daki Bender ve Hotin Kaleleri tüm heybetleri ile ayakta ve her yıl binlerce misafiri ağırlıyorlar.

Osmanlı’nın bir asırdan fazla bir süre hüküm sürdüğü Estergon Kalesi’nde ise yapılan onca değişiklikten sonra yalnızca burçları imparatorluğa atıfta bulunuyor.

Evliya Çelebi’nin Seyahatname’sinde Osmanlı’nın Avrupa, Asya, Afrika ve Orta Doğu’daki pek çok kalesine ve bu kalelerin mimari özelliklerine değiniliyor. İmparatorluğu’nun kalelerine yönelik bir diğer önemli arşiv ise Topkapı Sarayı’nda muhafaza edilen kale anahtarları koleksiyonu. Yapılan ve fethedilen pek çok kalenin anahtarları bugün herkese açık bir şekilde sergileniyor ve savaş tarihi ile ilişkiler oluşturmuş toplumları ortak bir paydada buluşturuyor.

Günümüzde kaleler, yaşadıkları savaşların yorgunluğunu kültürel ve tarihi birer değer olarak kendilerine gösterilen ilgi ile atmaya çalışıyor. Arta kalan kalıntılar ve içindeki değerlerle arkeologların, mimarileri ile mimarların ve sanatçıların; yaşanmışlıkları üzerinden tarihçilerin ilgi alanına giriyor.

Diğer yandan yüzyıllar içinde farklı toplumlarca şekillendirilmiş olmalarının ve yapanından farklı bir devletin sınırları içinde kalan pek çok örnek ile sınırlar ötesinde farklı değerler oluşturuyorlar.

 

Evrensel Miras DİYARBAKIR KALESİ

Dünyanın en eski ve en sağlam yapılarından biri olarak varlığını devam ettiren Diyarbakır Kalesi, evrensel miraslardan biri. 9 binlik yıllık geçmişine rağmen dimdik ayakta durmayı bilen kültürel yapı, Beş buçuk kilometre boyunca uzayan surları ile Çin Seddi’nden sonra dünyanın en uzun duvarı olarak biliniyor. 2015 yılında kültürel, tarihi değeri ve özgün yapısı UNESCO tarafından tescillenen kale, titizlikle çalışılmış ince el yapımı mimarisi ile dikkat çekiyor.

 

Akdeniz’de Binlerce YıllıkBir Tanık MAMURE KALESİ

Romalılardan Karamanoğulları’na, Selçuklulara, Osmanlılara kadar tarih sahnesinde pek çok medeniyeti ağırlayan Mamure Kalesi, Mersin sınırları içinde yer alıyor. Kapladığı 23 bin 500 m2 alan ile Türkiye’nin en büyük kalelerinden biri. Görkemli yapısı ve konumu ile dikkatleri toplayan kalenin geçmişi 3. veya 4. yüzyıla tarihleniyor. Ancak Mamure bugün halini 12. yüzyılda aldı. Osmanlı’nın en önemli kalelerinden biri olan Mamure, bugüne kadar korunabilmiş en büyük Orta Çağ kalelerinden biri olarak kabul ediliyor. Burçları, dendanları ve sarnıçları ile zamana karşı direnmeye devam eden kale, UNESCO Geçici Dünya Mirasları Listesi’nde yer alıyor.

Osmanlı’nın Batkıdaki Son Kalesi ESTERGON KALESİ

Geçmişi 10. yüzyıla kadar uzanan Estergon, Macaristan Krallığı’nın dini ve idari merkezi olması sebebiyle ülke tarihinde kritik bir öneme sahip. Türkler için ise marşlara, türkülere konu olmuş.

Budapeşte’den 60 kilometre uzaklıkta Tuna Nehri kıyısında yer alan kale, 1543 yılında Osmanlı himayesine girdi. Osmanlı’nın batıdaki son kalesi konumunda olan Estergon, yaklaşık 130 yıl boyunca imparatorluğun himayesinde kaldı. Estergon’un Savaş Müzesi’nde, Osmanlı’ya ait pek çok zırh, kılıç, tüfek, tarihi obje ve fotoğraf görmek mümkün.

 

Diğer Haberler